Bizim için durup dinlenmek, yılmak
yoktur. Biz önce kendimizi toparlayacağız
bir, ikincisi Türk Dünyası'nın
toparlanmasına yardımcı olacağız. Ondan
sonra şu İslam Dünyası'na da biraz
yardımcı olalım; Batı'nın köleliğinden
kurtulmalılar. Onların da şu aşağılık
duygusundan, Batı'nın oyunlarından kurtulmalarına destek olmalıyız.. Diyelim
o da oldu; ondan sonra Batı insanını bir
daha yetiştir, bizim işimiz çok.
Türk gençliği, üniversiteli gençlik sınıfta
yok, laboratuarda yok, araştırma yok,
düşünme yok, bir şey yok, hepsi kantinde.
Kantinde ne yapıyorlar? Vatan mı
kurtarıyorlar? Hayır; oturmuşlar duvara
bakıyorlar, saatlerce. Dedim bunlar nasıl
vakit buluyorlar? Bu gençliğe bu kadar iş
düşerken, önüne bu kadar hedef
çıkmışken, gençlik nasıl oluyor da
saatlerce kantinde aylak aylak oturup
duvara bakıyor? Nasıl vakit buluyorlar?
Hayret.
Domates Tohumu
Ayrıntılara da girebilirdik: Efendim,
moleküler biyolojinin kurulması ve o
dalda belli başlı ülkelerden olmamız
gerektiğini 35 senedir söylüyoruz. (Bu
konuyla biraz ilgim var:
Amerika'da ilk kurulan moleküler biyoloji
bölümlerinden biri bulunduğum Yale
Evrenkenti'ndeydi; bendeniz de onun ilk
profesörlerinden.) 35 yıldır Türkiye'de
diyoruz: Bak bu saha daha yeni çıktı, hızla
gelişiyor, yakında başımıza bir sürü belâ
çıkacak. Çıkmadı mı?
Beş tır mal gönderiyorsun, bir kutu
domates tohumu alıyorsun, ertesi sene bir
daha domates çıkmıyor, haydi bir daha al.
Basit bir şey bu moleküler biyolojide. O
teknoloji az sermaye isteyen,ama kafa
Bunda dünyanın başta gelen ülkelerinden
olmalıyız. Neyle? Hedefli, ciddî, millî
ruhta ama evrensel eğitimle, araştırmayla,
sahici ve onurlu bilimcilerle. Burnumuzun
dibindeki ufacık devletler oluyor da, biz
mi olamayacağız ? Niçin?
Birkaç Hedef Seçeceğiz
Bizim geleneksel hayvancılığımız vardı
Asya'dan başlayarak. Hayvancılıkta,
tarımda dünyanın gene önde gelen
ülkelerinden olmalıyız. Bu devirde neyle
olacak? Moleküler biyoloji ile.. Konu
komşuyu, II. Dünya Harbi'nde Avrupa'yı,
etle, buğdayla, sebze meyvayla biz
besliyorduk. Şimdi et, sebze meyve ithâl
eder olduk. Kuzuyu biz yiyorduk, sonra
onu gezgine (turiste) yedirdik. Bu
"sanayisiz kalkınma modeli" ile
sanayimizi, derken tarımımızı batırdık,
Gezimden (turizmden) kazandığımız
parayla yeni sanayiler mi kurduk? Yoo,
"pringıl", Amerikan tütünü, muz ithâl
ettik. Hem muzır Amerikan yiyecekleriyle
sıhhatimizi bozuyoruz, hem, yetmiyor,
borçlanıyoruz. Sonra da yabancılar gelip
neyin var, neyin yoksa, toprağın dâhil,
elinden alıyor. Alsınlar diye birileri
yasaları, anayasayı bile değiştiriyor. (Bu,
1980'lerde başlayan "kuzuya pringıl
ekonomisi" ile öğünenler bile var.
Tarımda, hayvancılıkta yün, deri sanayi
de var işin içinde-) tekrar kendi kendimizi
de, konu komşuyu da besler hâle
gelmeliyiz.
İki büyük yeni teknoloji var: Biri
moleküler biyoloji, bioteknoloji, diğeri
bilgisayar - elektronik - iletişim
teknolojisi. Bu dallarda ulusal
hedeflerimiz olmalı, yüklenmeliyiz.
Savunmamaız da bunlara bağlı. (Yeni
savaşlar bilgisayarla oluyor. Üstelik,
uzaktan kumandayla uçaklann, taşıtların
ciplerini etkilemek mümkün; bir ülkenin
elektrik üretme merkezlerini, iletişim
ağlarını felce uğratmak kaabil.).
Hedefler seçeceğiz, o hedeflerde dünyanın
önde gelen ülkelerinden olacağız..
Bir ülke birkaç turistik otel yapsın
sahillerde kumsallarda, "turist gelecek"
safsatasıyla (turist onun için gelmez.
Kimliğini, kültürünü bilen haysiyetli
insanların ülkelerine gitmeyi tercih eder)
atalarının Türkçe yer isimlerini
Yunanca'ya çevirip memleketini uzun
vadede satsın, olur mu?
"Siz bizden makine alın, kumaş dokuyun
(başka işlere bulaşmayın)" ile bir ülke olur
mu? Ne olacağı belliydi: Adam ertesi gün
diyor ki, üç ülke beyanat veriyor halkına;
"Türkiye'ye gitmeyin orası tehlikelidir"
diyor. Ertesi gün gezim (turizm) şak diye
kesiliyor, Bir günde bitti. İstanbul'da
görürsünüz, bir sürü turist vapuru gelirken
bakıyorsun ertesi günden sonra hiç yok;
bir tane bile yok.
Ben senden kumaş almayacağım diyor.
Ertesi gün o da bitti. Çin'den,
Bangladeş'ten, Hindistan'dan, hattâ bu
Birleşik Arap Emirliklerinden bile
Amerika'ya giyim eşyası gidiyor. Bir tek
Türk malı yok. Şimdi sen istikbalini nasıl
böyle bir şeye dayayabilirsin, istediği anda
senden almaz, daha ucuzunu 50 tane
ülkeden alır. Böyle devlet siyaseti mi olur?
Dünyada nerelerde ne eksiklikler var, ne
boşluklar var; bakıp oma göre ihracat
üretimi planlamalıyız. Polonyalılar böyle
düşünmüşle, ona göre tercihlerini
yapmışlar, ve oralarda son sürat
gidiyorlar; çok daha fakir başladıkları
hâlde. Her ülke böyle. Kendine güvenen,
bir şeyler yapabileceğini bilen insanlar
yetiştirilmelidir. Bugün iktisattaki en
önemli büyümeyi sağlayan unsurlar
arasında, kendine güvenen, iş bilen,
yaratıcı ruhta yetişmiş insan gücü yüzde
60 pay tutuyor.. Bu eğitim de tabii
yabancı dille eğitimle, yabancı misyoner
kafalı eğitimle olmaz. Böyle saçmalık,
böyle bir ihanet düzeni, insanları sadece
sömürge ruhlu yapar. Hiçbir şey de
öğrenemezler, hiçbir şey de
düşünemezler, (Bu konuda epey yazdık
çizdik. Meraklısı o yayınlarımıza baksın).
Bu oyundan da kurtulmalıyız ki gerçekte
herkes kendinin ne olduğunu bilsin, kim
olduğunu bilsin, öğreneceğini
ezberlemesin, gerçekten öğrensin.
Ulaştırmada, artık sırf yabancıların
taşyağı (petrol) siyasetine hizmet
etmekten vazgeçip kitle taşımım ile
dengeli ulusal bir siyaset geliştirmeli,
demiryolları, deniz taşımacılığı, kentlerde
raylı sistemlere ağırlık vermeliyiz (Bkz.
EK-3).
Bunların hiçbirisi yapılmayacak şeyler
değil; rahatlıkla yapabiliriz. Yeter ki o ruh
değişsin; ordan burdan emir, en azından
"nasihat" alan yöneticiler yerine, milletini
herşeyin üstünde tutanlar gelsin.
İşin temelleri buralarda. Bunları
hâlledersek Türkiye dünyanın sayılı, en
saygın, en başta gelen ülkelerinden birisi
olur. Çok değil, 5 sene içinde olur. Ama
dediğim işlerin temeliyle uğraşmak o
kadar kolay değil. Derindeki ana sorunu
anlayanların, ve de vatanını, milletini
seven herkesin çok azimli olması lâzım.
...
Prof.Dr.Oktay Sinanoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder